İki gündür onca yapılacak işim olmasına rağmen bilgisayarı ve telefonu kapatıp her şeyden uzaklaştım. Bu süreçte işle ilgili hiçbir şey düşünmemeye gayret gösterdim. Sabah kalktığımda e-posta ve bildirimlerime göz attım. Hayatla ilgili bir değişim olmamıştı. SM'de paylaşımlar çizgilerini koruyarak kendi standartlarında devam ediyordu. 14 Şubat klişeleri de ek olarak..
Kahve içmeden ayılamayanlar grubunda olmamdan ötürü kahvemden ilk yudumumu aldığımda hissettiğim sıcaklık parayla satın alınacak bir his değildir. Ancak kahveyle satın alabilirsiniz.. :)) Penceremden, dokuzuncu kattan aşağıya baktığımda da durum aynıydı. Kar yağışında, koronaya rağmen hayat aynı standart akışında devam ediyordu. İşte o an penceremdeki masum beyazlık bana şunu bir kez daha sorgulattı; 'Bugün ölsem ne değişecekti?'. Romantizmin sembolü olan beyaz ile koronayı aynı cümle içinde yer vermem mi bana bunu sorgulattı bilemem.. Kafamın içindeki yıllar değişsede yolculuğu değişmeyen hedeflerimin ne önemi vardı ki o an?
Hepimiz bu hayattta iz bırakmayı erdem sayarız. Tarihte bugün yaşasaydı hiçbir şey eskisi gibi olmaz diyebileceğimiz kişilerin yokluğuna verilen önemin derecesini görünce; benim onların yanında hiçliğimle böbürlenmem ve gururlanmam ne haddime değil mi? İş dünyasında sahip oldukları kıdemle doğru orantıda saygı görenlerin kurumlarından ayrıldıklarında, hatta kovulduklarında hissettikleri 'sudan çıkmış balık olmak', benim bugün anlamsız can çekişmemi özetleyecek histir.
Ben 14 yaşımda Ortadoğu Gazetesi'nde çalışırken, Florya Metin Oktay Tesislerine futbolcular ile röportaj yapmaya giderdim. Gazete ile tesis arasındaki bir saatlik yolu yürüyerek gidiyordum. O yolda bir polis okulu vardı. Gizli olan ve içinde devlete aitlik hissi yaratan yerler benim hep merakımı cezbetmiştir. Bizde de var ama göstermiyorlar masalının altındaki gururun etkisi merakımı beslemiş olabilir. İşte ben merak ediyorsam veya istiyorsam olacaktır şuursuzluğunda o polis okulunun güvenlik kapısına gittim. Görevli memura ben içeriyi gezmek istiyorum dedim. 'Neden?' diye sordu. 'Ben gazeteciyim, içerde nasıl bir eğitim verildiğini öğrenmek istiyorum. Bununla ilgili yazı yazacağım' dedim. Memurun o an ki sempatiyle ama alaycı olan bakışını hiç unutamıyorum. Unutamadığım bir diğer durum ise, ciddi oluşuma inandıktan sonra verdiği tepkiydi. İçeri girmenin yasak, gazeteden izin alınırsa girebileceğimi belirttikten sonra, kim olduğumu ve niye bu şekilde davrandığımı sorgulamıştı. Tam arada geçen diyalogları anımsayamıyorum ama unutumadığım şu sözü aklımdan hiç çıkmamıştı; 'sen bu kararlılıkla ilerde ya çok büyük insan olacaksın (cumhurbaşkanı gibi) ya da yolda gezen deli bir berduş'. 'Neden?' . 'Çünkü yaşına göre çok fazla zekisin. Bu zeka yıllar sonra insanı dahi de yapar, deli de..' 14 yaşındasınız ve belki de, çevrenizdeki herkesin yaptığınız anormal tavırlara hayranlıkla tepki göstermesinin son noktasına gelmiştiniz. Daha sonrasında çalıştığım bir kaç yerdeki kişilerde benzer muhabbetler yapmıştı. Ama ilk olan bu durumun bende yarattığı etki bir başkaydı. Gazeteye gidene kadar söylediklerinin iyi mi, kötü mü olduğunu anlamaya çalışmıştım. Deli olmak, berduş olmak neydi? ...
İşte bugün 32 yaşında olmaya bir ay kalmış birey olarak o yıllardan bugüne nereye geldiğim ortada. Cumhurbaşkanı olmak için zeka, bilgi ve yetenekten çok, paranın bol olması gerektiği güzel ülkemde, böyle bir yolculuk içinde değilim. Böyle bir yola girmeyi de düşünmüyorum. Ben 10 yaşımdayken atlastaki tüm yıldızların mesafelerini ezberleyip babamın yanına gitmiştim. Ona 'astronot olmak istiyorum' dediğimde, bana 'imkansız' demişti. Benim ABD'ye gidecek seviyeye gelmem, gelsemde astronot olmayı isteyeceğimin mümkün olmayacağını net yüzüme vurmuştu. Daha gerçekci hayaller kurmam gerektiğini, soğukkanlı ve sert biçimde öğretmişti bana. Neyse ki şimdiki çocuklar için gerçekci bir durum olabilecek sanırım.
Peki ne istiyorum? Dünya seviyesinde bilinen bir markaya öncü olmak mı? Buraya yazdığım yazının okunma oranına bakınca ne kadar mümkün, tartışmaya açık mı, anlaşılır sanırsam. Diyelim ki bunun gerçek olma ihtimali var. Ben şu noktaya gelene kadar insanların hayatında olumlu değişimler yaratan etkiyi ne kadar gösterebildim? Bugüne kadar benim düşümdüklerim herkesin düşünebileceği basit hamlelerdi. Benim farklılaşma gayretlerim parası olanların ekmeğine yağ sürdüğü için hiçbir zaman etkisini ölçümleyemeceğim. Ölçümleyemediğiniz hiçbir şey değer gösteremez.
Özgürlüğün sembolü olan internet bugün kapitalin kuralları ile sarmalanmışsa ve temsil ettiğiniz dünyaya aykırı yaşamayı kabullenmişsseniz, sizin varlığınızın yaratmasını istediğiniz pek etki de kalmıyor ortada. Mesala 'para' gibi aptal bir değişim aracını ortandan kaldıracak bir model geliştiremeyen insanoğlu, günü kurtarmaktan mutlu oluyorsa; sizin onları mutsuz etmeye hakkınız yok!
Konu dağılmadan yazımı bitireyim. Zaman zaman bu düşüncelerle kendimi sıfırladığım anlar oluyor. Bu da öyle bir andı. Beni tanıyanlar ne kadar gerçekçi olduğumu ama bir o kadar hayallerimi hedefleştirmek için yeterli tutkuya sahip olduğumu da bilirler. Benim çocuğum yok. Olacağını da sanmıyorum, olsa da pek değişmeyecektir.
Her ne yapıyorsam sizin için yapıyorum. Bunu bilin ve hatırınızda yer edebilirsem, bu şekilde hatırlayın. Bazılarının sandığı gibi hiçbir zaman paraya değer vermedim. Belki de vermem gerek bilmiyorum. Lakin berduş değilim.. Bu ülkemin onuru ve gururu olmak nasip mi bilmem, bildiğim; insan yaptıklarıyla dua eder! Esen Kalın!
Kani
Comments